Araştırmacı Yazar Okulumuzun Edebiyat Öğretmeni Ümit YILDIRIM

Araştırmacı Yazar Okulumuzun Edebiyat Öğretmeni Ümit YILDIRIM

Okulumuzun Edebiyat Öğretmeni Ümit YILDIRIM'dan enfes bir Cemil MERİÇ yazısı...

15.08.2023 546

ISSIZ BİR KÜTÜPHANENİN SESİ:

CEMİL MERİÇ

 

Ümit Yıldırım

 

 

          “Kimim ben? Hayatını, Türk irfanına adayan,

münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi.”

Cemil Meriç, (Jurnal, 18.6.1974)

 

CEMİL MERİÇ, 12 Aralık 1916’da Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde dünyaya gelir. Babası Ziraat Bankası müdürü, sonra mahkeme reisidir. Cemil Meriç, “Okumayı “Türk Sazı” dergisini heceleyerek öğrenir. Çocukluk hatıraları onun için gül bahçesi değildir. İlerde o günler için şöyle yazacaktır: “12 Aralık’ta doğan çocuk itilmiş kakılmış, düşman bir dünyada dostsuz büyümüş. Daima başka, daima yabancı… Ben yalnızım. Babam hep çatık kaşlı, annem hep mızmız. Kasabanın çocukları hep korkunç. Bol bol dayak yiyor, hep hakarete uğruyorum. Şikâyet edeceğim kimse yok. Mektep bahçesinde çocuklar oynuyor… Ben yine yalnızım ve yabancıyım… Dilim başka ve gözlüklerim var… Kendimden utanıyorum.”

 

“LİSEM ÜNİVERSİTEMDİR”

Antakya Sultani’sindeki öğretmenler onun şahsiyetinin gelişmesinde önemli rol oynarlar. Bu okuldaki hocalarını unutmaz. İstiklal Mücadelesi yıllarıdır. “Karagöz” isimli dergide çıkan yazılarından dolayı okul idaresi ona ihtarda bulunur. “Türkçem zengindi, çok okumuştum… Şiir ezberlemekten hoşlanmazdım, gramere ısınamadım. Ama liseyi bitirene kadar kompozisyondan hep birinciydim.”dediği Antakya Sultanisi’ni bitirdikten sonra bir süre öğretmenlik ve nahiye müdürlüğü yapan Cemil Meriç, 1940 yılında İstanbul Yabancı Diller Yüksek Okulu Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girer. 1941 yılından itibaren Fransızca eğitimi ve öğretmenliğinin yanında çeşitli dergilerde inceleme ve eleştiri yazıları yazar. Fevziye Hanımla evlenir. Çeviriler yaparak geçimini sağlar. İstanbul Üniversitesinde Fransızca okutmanı olur. “Yirminci Asır” dergisinde makaleleri yayımlanır. Her iki gözündeki yüksek miyop nedeniyle gözlerini 1954 yılında kaybeder. 1964 yılında gözlerinin görmemesine rağmen “Hint Edebiyatı” yayımlanır.

 

FİLDİŞİ KULEDE BİR YİTİK GÖZLÜ KÂHİN

Her iki gözünü de yitiren Cemil Meriç, meydanlardan kendi kulesine, kitaplarla ördüğü fildişi kulesine çekilir. “Gökten ateşi çaldığı için bütün Promete’ler gibi, Tanrıların gazabına uğrayan bir fikir maceracısı”der kendisi için. Hayat onun için kör, pis, zehirli bir kuyuya benzer. Gözleri görmeden yaşamaya mahkûm olmak… Ya karanlıklar karanlığına dalacak ve karanlıklarda yok olacaktır ya da karanlığı aydınlığa dönüştürüp mazlum bir medeniyetin sesi olmayı başaracaktır.

 

“İki saat Machiavelli’yi anlattım dinleyicilere. Dinlediler mi? Kim kimi dinliyor ki?” diye yazar günlüğüne. Gözlerini kaybetmenin ardından girdiği fikir buhranlarının anaforundan sağ salim çıkar. Kafasında tasarladığı eserleri onun ve Türk aydınının aydınlığı olacaktır. “Hint Edebiyatı” isimli bu eserinde sırtımızı dönmüş olduğumuz koskoca bir medeniyeti hatırlatır bizlere ki Batı’nın bütün büyük adamları bu kaynaklardan beslenmişlerdir: Shopenhover, Nietzhche ve diğerleri… Bugünün Batı medeniyeti bütün kültür birikimini Doğu’dan almıştır. Avrupa’yı anlamanın yolunun Doğu’yu bilmekten geçtiğini söyler. “Hisar” ve “Yeni İnsan” dergilerinde yazıları çıkar. Yazılarını dikte ettirir. Eşi Fevziye Hanım ve çocukları M. Ali ve Ümid söylenenleri kaleme alırlar.  Üniversitedeki okutmanlık görevinden emekli olur. “Bu Ülke” isimli kitabı yayımlanır. Türk aydınının pek de alışık olmadığı bir bakış açısı ve söylemle düşüncelerini şiir elbisesi içinde dile getirir. Okuyucuları “Bu Ülke”yi adeta ezberlerler. Türkiye’de farklı kampların bütün çocukları aynı evin öz çocuklarıdır, der. Ona göre bizdeki düşünce kavgalarının çoğu düşüncenin kendisinden değil bilmemekten, anlamamaktan kaynaklanır. Cemil Meriç, düşünceyi şiirin tornasından geçirerek dile getirir. Düşüncenin soğuk iklimi onun nefesiyle yumuşar ve lir’in ezgisi olur. Kelimeler onun biricikenstrümanıdır. Kelime yani ses.

 

KELİMELER DÜNYASININ SULTANI

“Üslubum kişiliğimdir.”der, Cemil Meriç. Onu Türk düşünce hayatının nesir alanındaki en büyük üslûp ustası olarak sayabiliriz. Çok iyi derecede Fransızca biliyordu. Ayrıca Arapça ve İngilizce... Osmanlıca’sıyla bir düşünür olarak köklerini bu ülkenin toprağına salmıştı. “Üslupta ilk ceddim Sinan Paşa’dır.” demesine rağmen, Fransızcanın, Osmanlıca ve Arapçanın kendisine verdiği bütün imkânları seferber ediyordu yazarken. Şiir onun üslûbunu eğitmişti. “Kuşlara benzer kelimeler, odana dolarlar bir akşam. Nereden gelirler bilinmez. Kâh çığlık çığlığadırlar, kâh sesleri işitilmez.

Çiçeğe benzer kelimeler: turuncu, erguvan, beyaz. Bir rüzgâr sürükler hepsini. Bulutlara güven olmaz…”

 

Yazan biri için her şey demekti dil. Filozof ve şair yanıyla birleşen bir üslûpla kitaplarını yazdı.

Düşünce birliği içinde olduğu yazarları da kendi sesiyle konuşturur Cemil Meriç.“Bir aydın yabancı dil bilmese de olur, çok kitap okumasına da gerek yok. Yeter ki ana dilini gerçekten bilsin. Kelimeleri şecereleriyle tanısın.”der.

“Kamûs, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kâmusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: Kâmusa.”der ve ekler Cemil Meriç: “Edebiyatta “yenilik” ne demek? Her kemal yeni, her bayağı fersude.”… Kelimelerle kurduğu dünyasında sadece ve sadece gerçeği arıyordu. Gerçek, yani hakikat ise çağdan çağa değişiyordu. O değişmeyenin, eskimeyenin, her dem yeni olanın mutlak’ın peşindeydi…

 

“MUTLAK” PEŞİNDE TÜKENEN BİR ÖMÜR

Türk düşünce hayatının, Cumhuriyet devrinde yetiştirdiği büyük değerlerinden biri olan Cemil Meriç, fikir hayatımızda gerçek bir hadisedir. Toplum olarak Batılılaşmayı hedef edindiğimiz bir ortamda, Batı’nın kalelerini herkesten önce fethetmiş ve geriye dönerek Doğu’ya yönelmiş, içinde yaşadığı kendi kültürünü keşfe koyulmuş, günümüz aydınının en önemli kılavuzlarından biri olmuştur.

“İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri. İtibarları menşelerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı.”derken bizi bölen, yabancılaştıran en büyük kaynağı gösterir. Slogan, ilkelin ideolojisi, der ve düşünceye bilgiye uzak olanların başkalarınca idare edileceğini belirtir ki bir insan için felaketlerin en korkuncudur bu. “İdeolojilerin ışığına göz yumanları sloganlar yönetir.  Karanlık kinlerin birbirine saldırttığı çılgın sürülerin savaş çığlığıdır, slogan. İlkelin, budalanın, papağanın ideolojisidir. Düşünce ile çığlık bağdaşmaz.” Cemil Meriç, okumayı, anlamayı, hoş görüyü öğretir kitaplarında. Onun ikliminde yetişen her genç, önce düşünceye yönelecek, hiçbir peşin hükmü sırtında taşımayacaktır.

“Kıt’aları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar…

Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları. İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, “Ben Avrupalıyım”demeye başladı, “Asya bir cüzamlılar diyarıdır.”

Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara ve kulağına: “Hayır delikanlı” diye fısıldadılar, “Sen bir az-gelişmişsin.”

Ve Hıristiyan Batı’nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir “Nişân-ı Zîşân” gibi gururla benimsedi aydınlarımız.”

 

GERÇEK ENTELEKTÜELİN KADERİ:

ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK

Cemil Meriç, bundan sonraki yıllarda peşpeşe eserlerini yayımlar: “Mağaradakiler”ile entelektüelin, düşünce insanının vasıflarını çizer. Türk aydınının açmazlarını işaret eder.

“Mağaranın içi, mağaranın dışı… İnsanlık aynı sefil putlara tapan bir şaşkınlar kafilesi… Hakikatte mağaranın içi de, dışı da bir. Yüz elli yıldır gölgeler âleminde yaşıyoruz. Kitap, kendi insanından kopan aydının trajedisi. Amacı bu yer altı mağarasına bir parça aydınlık getirmek.

Hepimiz aynı gemideyiz. Gökte kasırga bulutları… Ve kuledeki gözcünün feryadı: S.O.S! S.O.S!”                                                                              

 “Kırk Ambar” Bir ansiklopedi… Düşüncenin ve irfanın ansiklopedisi.  Cemil Meriç’in bilgiyi içtikçe susayan zekâsının bir ürünüdür bu eser.

“Bir Facianın Hikâyesi” bizim hikayemizdir. Türkiye’nin 12 Eylül’e nasıl geldiğinin sebepleri ve hâl çarelerini anlatır bu eserinde. 12 Eylül darbesine farklı bir açıdan bakan bu eserde önemli tespitler var.

“Işık Doğudan Gelir” Doğu medeniyetinin Batı’dan çok daha eski ve köklü olduğunu belgelediği bu eserle okuyucunun önüne unutturulmuş ama hiçbir zaman yok olmamış büyük ve aydınlık bir medeniyetin düşünce ve sanatını ortaya koyar.

“Kültürden İrfana” isimli eserinde “Batı kültürün vatanıdır. Doğu irfanın. Ne Batı’yı tanıyoruz, ne Doğu’yu. En az tanıdığımız ise kendimiziz… Bilgiyle zırhlanmış kalabalıklar için aşırıya kaçmayan bir yabancı düşmanlığı emniyetli bir hisardır ama ömür boyu hisarda oturulmaz.

Araftayız. İrfanımızı maziye bağlayan köprüleri berhava ettik… Düşünce yok artık. Kinler de, sevgiler de birtakım işaretlerin emrinde. Aslında bugün içinde bulunduğumuz boşluk maziyi iyi tanımayışımızdan doğmaktadır. Bu itibarla bizden öncekilerin neler düşündüklerini, neler tavsiye ettiklerini bilmek, yazdıklarını yeni harflere çevirmek, okumak, okutmak, tartışmak zorundayız. Neden bu şekilde düşünüyorlardı, nerelerde hata yapmışlardı? Çare? Zindanımız yıkmak, mimarı ve işçisi cehaletimiz olan zindanı. Önce kendimizi tanımalıyız. Nasıl bir tarihin çocuklarıyız? Ne soran var ne bilen. Birleşmek ve düşünmek zorundayız! Bu zincirleri ne zaman kıracağız? Kendi kendimize vurduğumuz zincirleri…”

 

Cemil Meriç, 13 Haziran 1987’de vefat etti ama eserleriyle kültür ve irfan dünyamıza ışık saçmaya devam ediyor hâlâ.